En son konular
Gavs S.AbdulHakim (ks) den Sohbetler 3
2 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
Gavs S.AbdulHakim (ks) den Sohbetler 3
ÜÇÜNCÜ SOHBET
Geçmiş zamanda fakir, dünya malı olarak bir şeye malik olmayan bir papaz vardı. (Bu şeyhler ne yapıyorlar? Halkı kandırıp zengin oluyorlar. Ben de kimsenin tanımayacağı uzak bir memlekete gideyim. Kendimi şeyh olarak tanıtayım. Böylece zengin olurum) diye düşünüyor. Hemen tasavvuf kitaplarını temin ediyor. Tarikat adablarını okuyor. Nasıl hatme yapılır, nasıl teveccüh yapılır, hepsini öğreniyor. Adab ve talimatları ezberliyor. Ve kalkıp kendinin tanınmayacağı bir memlekete gidip kendini şeyh olarak tanıtarak tarikat vermeye başlıyor. Hatme, teveccuh, tâlim ve adab derken etrafına çok kalabalık birikiyor.
Kendisine muhabbet ve bağlılığı çok fazla olan bir dükkan sahibi tüccar varmış. Papaz da onun sık sık ziyaretine gidermiş. Bu tüccar verilen vazifeleri yapıyor, samimi olarak çalışıyor ve nihayet keşfi açılıyor. Bir gün virdini çekmiş, rabıtadayken, hele bir bakayım şeyhimin Allah yanında mertebesi ne kadar yücedir, diye Levhi Mahfuza nazar ediyor bir de ne görsün? Bunca zaman hizmet ettiği şeyhi orada Müslüman değil, keşiş olarak yazılır. Derhal şeyhine karşı kalbi soğuyor. Muhabbeti kesiliyor. Hergün kendisine uğrayan hürmet ve saygı gösteren şeyhi o günden sonraki ziyaretlerinde bakar ki tüccar hiç hürmet göstermiyor, adabı falan terk etmiş. Dayanamaz : Banı karşı soğuk davranıyorsun, muhabbetin kalmamış, bunun sebebi nedir? diye ısrar eder. Tüccar evvelâ söylemek istemez, fakat ısrar karşısında hakikati söyler : Benim dinimde kâfire hürmet yoktur. Allahın inayetiyle keşfim, kerametim açıldı, Levhi Mahfuza şeyhimin makamına bakayım, dedim. Baktım, seni orada papaz olarak gördüm. Kâfire hürmet caiz olmadığı için sana hizmet etmiyorum. Papaz donup kalıyor.
Burada benim papaz olduğumu bilen hiç kimse yok. Bunu bildiğine göre senin keşfin haktır. Müslümanlık da hak dindir diyerek Kelime-i Şehadet getirip Müslüman oluyor. Ben zannediyordum ki şeyhler bu dünya malı için şeyhlik yapıyorlar, milleti kandırıyorlar. Onun için ben de şeyhlik yaparım, diye düşündüm. Tarikat adabını öğrenip kendime şeyhlik tasarlamakla bu işin olacağını zannediyordum. Halbuki bu işte hakikat vardır ve İslâmiyet hak dindir. Tarikat-ı Nakşîbendiye de hak ve müstakim bir yoldur deyip İslmiyeti kabul ediyor.
Nakşîbendi Tarikatı hakiki bir tarikattır. Bundan istifade edip gayeye ulaşmak da ancak tarikata uymayan şeylerden kaçınmak, tarikatın yolundan gitmek ve Allaha ulaşmayı hedef edinmekle mümkündür. Bu da ancak manevi kuvvetle, sâdâtın himmeti, ve nazarlarıyla olur. Amelinin kuvvetiyle hedefe kimse ulaşamaz. Daha henüz tarikata girmeden bile insanda değişmeler olmaya başlar. Allah muhabbeti hasıl olur. Rabbül-Âlemin Hazretlerinin sevgisi kalplere dolmaya başlar. Kalpler dünyadan koparak, Allaha, Allah yoluna yönelir. Fakat ne zaman ki tarikata girilirse bu haller o zaman daha da pekişir, kuvvetlenir. Bütün bu değişmeler sohbet kuvvetiyle, zahiri kuvvetle değil, ancak ve ancak manevi kuvvetle, sâdâtın himmeti ve Nakşîbendi Tarikatının bereketiyle meydana gelir.
İnsan hakiki olarak tarikata girdikten, hakiki olarak tövbe edip pişman olduktan sonra, derhal dünya muhabbetinin kesildiğini, eski tamah, buğz ve düşmanlık hallerinin kalmadığını, eski fiil ve hareketlerinin terk edildiğini görür, anlar. Bütün arkadaşlarının değiştiğini fark eder. Tövbe edip tarikata giren o kimsenin huyu değişir; halim olur, sabır ehli olur, kendisinden hakiki muhabbet zuhuru gelir. Allaha kulluk, tâât tatlı olmaya başlar. İşte bütün bu değişmeler ancak manevi kuvvetle olabilir, zahiri kuvvetle değil. Çok güzel vaaz ve nasihat edip sohbette bulunan çok kimseler vardır ki, topluluklara hitap ederler. Herkes onları dinler. Fakat hiçbir tesir icra edemezler. Cemaat dağıldıktan sonra sanki hiç o vaaz ve nasihatı dinlememişler gibi cemaatle değişme olmaz. Eğer zahiri kuvvetle irşad işi olsaydı, cemaatin çok değişmesi icap ederdi. İşte bunlar gösteriyor ki, Nakşîbendilerdeki değişmeler, düzelmeler bir manevi tasarrufun neticesidir. Zahiri tasarrufla değildir.
Gavs (K.S.A) buyurdu. Gavs-i Hizanîden bahs ederek, Onun sohbetleri yok denecek kadar azdı, çok ender sohbet ederdi. Fakat manevi tasarrufun çokluğundan cemaatinin hemen hepsi Allah aşkı, cezbe ve muhabbet içinde bulunurlardı. Zahiri tasarrufla olsaydı bunların olmaması icap ederdi. Demek ki manevi tasarrufla olmaktadır.
İnsanın Allaha, bu Nakşîbendi Tarikatını nasip ettiği için, insanı vasıta kıldığı için çok hamd ve şükür etmesi lâzım gelir. İnsan gerçekleri ancak bu Tarikata girdikten sonra görebiliyor. Nakşîbendi Tarikatında olanlar, özellikle tarikatta olmayanlara baktığı zaman, onların bu helâldir, şu helâl değil, diye tefrik etmeden önlerine ne gelirse, hoşlarına ne giderse, almakta ve yapmakta olduklarını görüp şeriat ve tarikattan, onların emirlerinden haberlerinin hiç olmadığını müşahede ediyor. Fakat insan tarikata girdikten sonra bunlardan uzaklaştığını görüp hissettiği için Allaha çok şükür ve hamd etmesi lâzımdır. Çünkü Cenab-ı Hak bu tarikatı âliyi kendisine nasip edip kurtuluşuna sebep kılmıştır.
İnsanın tarikatın kıymetini bilip verilen vazifelere devam etmesi, atalet göstermemesi lâzımdır ki Allah-u Teâla vermiş olduğu nimetleri geri almasın. Rabbül-Âlemin verdiği nimetin kıymetini bilmeyenlerin elinden alır. Nasıl ki Allah-u Teâla bir yerden insana rızkını verdi mi, ona riayet edip o işe sarılması lâzımdır ki işini kaybetmesin, Rabbül-Âlemin onun rızkını kesmesin. İşte Allah yolu da aynen böyledir. İnsan bir yerden bir menfaat görürse ona devam etmesi lâzımdır ki Allah-u Teâla elinden almasın. Buna göre kişi Müslümanlığını ziyadeleştirmesi, günahlardan kendini daha çok muhafaza etmesi, Allah emrine karşı gelmekten kendini daha koruması, Allahın vermiş olduğu nimetleri unutmaması, amellerinde gevşeklik yapmayıp bilâkis onu günden güne ziyadeleştirmesi icap eder.
Muhabbetin artması için ne lâzımsa onu yapmak, tembellik etmemek gerekir. İnsanın Müslüman kardeşlerini kaybetmemesi ve Allah bahsi, sâdâtın sohbeti yapıldığı yerlerde dolaşması lâzımdır.
Bir gün Gavs (K.S.A) sohbetinde buyurdu : Bir yerde bir cemaat oldu mu hemen melâike oraya gelir, bakarlar. Şayet Allah bahsi yapılıyorsa onlar dualarda bulunurlar. Yok eğer Allah bahsi yapılmıyorsa o cemaatten nefret ederek, (Eğer siz Allaha kul olsaydınız, Onun bahsini yapardınız. Eğer siz Allah aşığı olsaydınız maşukunuzu anardınız) der ve oradan uzaklaşırlar.
Bu gerçeklerin ışığında artık insanın Allah (C.C) bahsi yapılan yerlere gitmesi, Allahın anılmadığı yerlerden de uzaklaşması lâzımdır ki meleklerin nefreti üzerlerinde olmasın. İnsanın, Allahın rahmetinden ve meleklerin duasından istifade etmesi için Allahın anıldığı yerleri dolaşması, onlara devam etmesi lâzımdır.
Bir seferinde Gavs (K.S.A) sohbetlerinde buyurdular ki : Hazret sohbet aşığıydı. Her zaman sohbet ederdi. Sohbet edecek kimseyi bulamayınca beş altı yaşlarındaki çocukları toplar, dizlerinin üzerine oturtarak onlara Allahın sâdâtın sohbetini yapardı. Hanımı kendisinden bir seferinde sormuş. Kurban demiş, insan senin için taaccüp ediyor. Üç yaşındaki altı yaşındaki çocuk bu sohbetlerden ne anlıyor ki onları etrafına topluyorsun. Hazret, cevaben : Ben de biliyorum bir şey anlamazlar ama benim gayem sohbet edip nâzil olan Allahın rahmetinden, bereketinden ve sâdâtın himmetinden istifade etmektir. Zaten, sohbetteki gaye sohbet sırasındaki Allah ve sâdât anıldığı zaman nâzil olan İlâhi rahmetten, İlâhi bereketten, sâdâtın himmet ve nazarlarından istifade etmektir. Menfaat sohbetin kendisinde değildir dedi.
Bu Nakşîbendi yolunda olanların tamamı Maksud-i Bizzat içindir. Peygamber (A.S.V) şeriatı içindir. Nakşîbendi Tarikatında ve diğer tarikatlarda tek gaye, Allah ve Resûlünün sözünden çıkmamak, Peygamberin (S.A.V) şeriatine tam ittiba ederek Allahın rızasını kazanmaktır. Şu husus bilinmelidir ki, maksud tarikat değil, maksud Allahın Zatı, Allahın dostluğudur. Bütün düşünce Allah ve Resûlünün emirlerine uyarak maksudunu Allahın Zatı yapmaktır. Bu da ancak Allahın emirlerine uymakla olur. Allahın emirlerinden asla çıkmamaya gayret edilmelidir. Çünkü tek gaye, maksud odur.
Bunların elde etmenin tek yolu kendini çok muhafaza ederek Allahın emrine muhalefette bulunmamak, kendinden günah sudur etmemesine dikkat etmektir. İnsanın Allah yolundan, hakikat yolundan çıkmaması lâzımdır. İşte bunlara titizlikle riayet edilirse Allah rızası o zaman meydana gelir. Rabbül-Âlemin o zaman insandan razı olur. Allah rızası elde edilince insanın bütün işleri hallolmuş olur.
Bütün gayeler, tarikat ve diğer çalışmalardaki bütün gayeler yalnız ve yalnız Allah rızası içindir. Maksudi Bizzat içindir. Maksud Allahın (C.C) Zatı ve talep onun rızasıdır.
Allah rızası, ancak emirlerine tam itaat etmekle, muhalefet etmemekle, nasıl emretmişse harfiyen tatbik etmekle kazanılır. Ve o kazanıldıktan sonra insanda hiçbir noksanlık kalmaz. Nasıl kalır ki Allah (C.C) ona dost, o da Allaha (C.C) dost olmuş olur.
Şu bilinmelidir ki Allah-u Teâlânın insanın ibadetine, tââtına asla ihtiyacı yoktur Hâşâ) Rabbül-Âlemin onlarla ne büyük, ne de küçük olur. Yapılan bütün amellerde tek maksud Allahın rızasıdır. Allahın rızası da emirlerine mutlak bir itaat ve sözlerinden dışarıya çıkmamakla olur. Namazdaki, tââtteki ibadetteki, maksud, gaye, menfaat Allah rızasını kazanmak içindir. Bunlar Allah rızası ve Allah dostluğu içindir.
Allahın emirlerine muhalefetten azamir derecede kaçınılmalıdır. Unutulmamalı ki Allahın namaz, oruç ve diğer ibadetlere hiç ihtiyacı yoktur. Sadece emirlerine itaat için yapılmalıdır. Yasaklarından da, menetmiş olduğu için kaçınılmalıdır. Böylece emretmiş olduklarını yapıp yasaklarından kaçınılmakla Rıza-i İlâhi kazanılmış olur. Bütün gaye bunda, rızada toplanıyor. Çünkü maksud Allahın Zatı ve Onun insandan razı olmasıdır.
Meselâ, insanın birkaç tane oğlu olsa, bunlardan emrine itaat edenini, sözünden çıkmayanını muhakkak ki daha çok sever. Ondan daha çok memnun olur. Diğerleri de evlâtları, ciğerleri oldukları halde emirlerine muhalefet ettikleri için babaları onları sevmez. Onlardan memnun olmaz. Emrine uyan oğluna daha fazla muhabette bulunur,ondan daha hoşnut olur, ne kadar iyi şeyler varsa o emrinde olan oğlu için düşünür. Emrinde olmayan evlâtları için ciğerleri olduğu halde, iyi şeyler düşünmez. İcabında onları malından bile mahrum eder. İşte Allah yolunda da durum böyledir. İnsan Allah rızası için çalışıp onu gözetmeli, bütün gaye Allah rızasını tahsil olmalıdır. Eğer Allah insandan razı olursa insana dünyayı da, âhireti de nasip eder. Ne kadar iyi şeyler varsa, cennet dahil hepsini ona ihsan eder. Maksud dünya menfaati değil, âhirettir, Allah sevgisidir. Allah (C.C) insanı severse karşılığını daha ziyade âhirette verir. Dünya malı vermiş veya vermemiş hiç mühim değildir. Allah rızasının karşılığı âhiret mükafatıdır. Eğer Allah rızasını tahsil etmek nasip olursa, Rabbül-Âlemin onu ebedül ebed maksuduna erdirir, ebedi saadet ihsan eder. Ve nihayet ebedi olarak Cemalullaha kavuşturur.
Hakiki dostluk ve hakiki düşmanlık âhirette meydana çıkar, dünyada pek az bilinir. Esas iyilik ve kötülük âhirette meydana çıkar, bu dünyada iyilik kötülük pek belli olmaz. Onun için insanın muhabbeti dünyaya, dünya nimetlerine olmamalıdır. Eğer sevgisi Allaha değilse ve kendisi de doğru yolda bulunmuyorsa, dünya muhabbeti onu kurtaramaz. Dünya kötülüklerine karşı insanın tedbir alması lâzımdır. Gerçi takdir Allahındır ama insanın da tedbiri elden bırakmaması icap eder. Allahın takdiri değişmeyeceği halde insan dünya hayatı için, rızkı için her türlü tedbiri alıyor, âhiret için de elinden gelen tedbiri alması, Allah rızasını kazanmak için ameli salihe devam etmesi lâzımdır.
Eğer insana bazı şeyler keşif ve rüya yoluyla beyan olunursa ve kendisi de buna göre hareket ederse indallahta mesul değildir.
Peygamber (S.A.V) buyuruyor: (Günahlardan tövbe eden günah işlememiş gibidir)
Allahın tövbe dergâhı her daim açıktır. Sâdâtın himmetleri de çoktur. Şimdi de Gavsın himmeti çoktur.
Geçmiş zamanda fakir, dünya malı olarak bir şeye malik olmayan bir papaz vardı. (Bu şeyhler ne yapıyorlar? Halkı kandırıp zengin oluyorlar. Ben de kimsenin tanımayacağı uzak bir memlekete gideyim. Kendimi şeyh olarak tanıtayım. Böylece zengin olurum) diye düşünüyor. Hemen tasavvuf kitaplarını temin ediyor. Tarikat adablarını okuyor. Nasıl hatme yapılır, nasıl teveccüh yapılır, hepsini öğreniyor. Adab ve talimatları ezberliyor. Ve kalkıp kendinin tanınmayacağı bir memlekete gidip kendini şeyh olarak tanıtarak tarikat vermeye başlıyor. Hatme, teveccuh, tâlim ve adab derken etrafına çok kalabalık birikiyor.
Kendisine muhabbet ve bağlılığı çok fazla olan bir dükkan sahibi tüccar varmış. Papaz da onun sık sık ziyaretine gidermiş. Bu tüccar verilen vazifeleri yapıyor, samimi olarak çalışıyor ve nihayet keşfi açılıyor. Bir gün virdini çekmiş, rabıtadayken, hele bir bakayım şeyhimin Allah yanında mertebesi ne kadar yücedir, diye Levhi Mahfuza nazar ediyor bir de ne görsün? Bunca zaman hizmet ettiği şeyhi orada Müslüman değil, keşiş olarak yazılır. Derhal şeyhine karşı kalbi soğuyor. Muhabbeti kesiliyor. Hergün kendisine uğrayan hürmet ve saygı gösteren şeyhi o günden sonraki ziyaretlerinde bakar ki tüccar hiç hürmet göstermiyor, adabı falan terk etmiş. Dayanamaz : Banı karşı soğuk davranıyorsun, muhabbetin kalmamış, bunun sebebi nedir? diye ısrar eder. Tüccar evvelâ söylemek istemez, fakat ısrar karşısında hakikati söyler : Benim dinimde kâfire hürmet yoktur. Allahın inayetiyle keşfim, kerametim açıldı, Levhi Mahfuza şeyhimin makamına bakayım, dedim. Baktım, seni orada papaz olarak gördüm. Kâfire hürmet caiz olmadığı için sana hizmet etmiyorum. Papaz donup kalıyor.
Burada benim papaz olduğumu bilen hiç kimse yok. Bunu bildiğine göre senin keşfin haktır. Müslümanlık da hak dindir diyerek Kelime-i Şehadet getirip Müslüman oluyor. Ben zannediyordum ki şeyhler bu dünya malı için şeyhlik yapıyorlar, milleti kandırıyorlar. Onun için ben de şeyhlik yaparım, diye düşündüm. Tarikat adabını öğrenip kendime şeyhlik tasarlamakla bu işin olacağını zannediyordum. Halbuki bu işte hakikat vardır ve İslâmiyet hak dindir. Tarikat-ı Nakşîbendiye de hak ve müstakim bir yoldur deyip İslmiyeti kabul ediyor.
Nakşîbendi Tarikatı hakiki bir tarikattır. Bundan istifade edip gayeye ulaşmak da ancak tarikata uymayan şeylerden kaçınmak, tarikatın yolundan gitmek ve Allaha ulaşmayı hedef edinmekle mümkündür. Bu da ancak manevi kuvvetle, sâdâtın himmeti, ve nazarlarıyla olur. Amelinin kuvvetiyle hedefe kimse ulaşamaz. Daha henüz tarikata girmeden bile insanda değişmeler olmaya başlar. Allah muhabbeti hasıl olur. Rabbül-Âlemin Hazretlerinin sevgisi kalplere dolmaya başlar. Kalpler dünyadan koparak, Allaha, Allah yoluna yönelir. Fakat ne zaman ki tarikata girilirse bu haller o zaman daha da pekişir, kuvvetlenir. Bütün bu değişmeler sohbet kuvvetiyle, zahiri kuvvetle değil, ancak ve ancak manevi kuvvetle, sâdâtın himmeti ve Nakşîbendi Tarikatının bereketiyle meydana gelir.
İnsan hakiki olarak tarikata girdikten, hakiki olarak tövbe edip pişman olduktan sonra, derhal dünya muhabbetinin kesildiğini, eski tamah, buğz ve düşmanlık hallerinin kalmadığını, eski fiil ve hareketlerinin terk edildiğini görür, anlar. Bütün arkadaşlarının değiştiğini fark eder. Tövbe edip tarikata giren o kimsenin huyu değişir; halim olur, sabır ehli olur, kendisinden hakiki muhabbet zuhuru gelir. Allaha kulluk, tâât tatlı olmaya başlar. İşte bütün bu değişmeler ancak manevi kuvvetle olabilir, zahiri kuvvetle değil. Çok güzel vaaz ve nasihat edip sohbette bulunan çok kimseler vardır ki, topluluklara hitap ederler. Herkes onları dinler. Fakat hiçbir tesir icra edemezler. Cemaat dağıldıktan sonra sanki hiç o vaaz ve nasihatı dinlememişler gibi cemaatle değişme olmaz. Eğer zahiri kuvvetle irşad işi olsaydı, cemaatin çok değişmesi icap ederdi. İşte bunlar gösteriyor ki, Nakşîbendilerdeki değişmeler, düzelmeler bir manevi tasarrufun neticesidir. Zahiri tasarrufla değildir.
Gavs (K.S.A) buyurdu. Gavs-i Hizanîden bahs ederek, Onun sohbetleri yok denecek kadar azdı, çok ender sohbet ederdi. Fakat manevi tasarrufun çokluğundan cemaatinin hemen hepsi Allah aşkı, cezbe ve muhabbet içinde bulunurlardı. Zahiri tasarrufla olsaydı bunların olmaması icap ederdi. Demek ki manevi tasarrufla olmaktadır.
İnsanın Allaha, bu Nakşîbendi Tarikatını nasip ettiği için, insanı vasıta kıldığı için çok hamd ve şükür etmesi lâzım gelir. İnsan gerçekleri ancak bu Tarikata girdikten sonra görebiliyor. Nakşîbendi Tarikatında olanlar, özellikle tarikatta olmayanlara baktığı zaman, onların bu helâldir, şu helâl değil, diye tefrik etmeden önlerine ne gelirse, hoşlarına ne giderse, almakta ve yapmakta olduklarını görüp şeriat ve tarikattan, onların emirlerinden haberlerinin hiç olmadığını müşahede ediyor. Fakat insan tarikata girdikten sonra bunlardan uzaklaştığını görüp hissettiği için Allaha çok şükür ve hamd etmesi lâzımdır. Çünkü Cenab-ı Hak bu tarikatı âliyi kendisine nasip edip kurtuluşuna sebep kılmıştır.
İnsanın tarikatın kıymetini bilip verilen vazifelere devam etmesi, atalet göstermemesi lâzımdır ki Allah-u Teâla vermiş olduğu nimetleri geri almasın. Rabbül-Âlemin verdiği nimetin kıymetini bilmeyenlerin elinden alır. Nasıl ki Allah-u Teâla bir yerden insana rızkını verdi mi, ona riayet edip o işe sarılması lâzımdır ki işini kaybetmesin, Rabbül-Âlemin onun rızkını kesmesin. İşte Allah yolu da aynen böyledir. İnsan bir yerden bir menfaat görürse ona devam etmesi lâzımdır ki Allah-u Teâla elinden almasın. Buna göre kişi Müslümanlığını ziyadeleştirmesi, günahlardan kendini daha çok muhafaza etmesi, Allah emrine karşı gelmekten kendini daha koruması, Allahın vermiş olduğu nimetleri unutmaması, amellerinde gevşeklik yapmayıp bilâkis onu günden güne ziyadeleştirmesi icap eder.
Muhabbetin artması için ne lâzımsa onu yapmak, tembellik etmemek gerekir. İnsanın Müslüman kardeşlerini kaybetmemesi ve Allah bahsi, sâdâtın sohbeti yapıldığı yerlerde dolaşması lâzımdır.
Bir gün Gavs (K.S.A) sohbetinde buyurdu : Bir yerde bir cemaat oldu mu hemen melâike oraya gelir, bakarlar. Şayet Allah bahsi yapılıyorsa onlar dualarda bulunurlar. Yok eğer Allah bahsi yapılmıyorsa o cemaatten nefret ederek, (Eğer siz Allaha kul olsaydınız, Onun bahsini yapardınız. Eğer siz Allah aşığı olsaydınız maşukunuzu anardınız) der ve oradan uzaklaşırlar.
Bu gerçeklerin ışığında artık insanın Allah (C.C) bahsi yapılan yerlere gitmesi, Allahın anılmadığı yerlerden de uzaklaşması lâzımdır ki meleklerin nefreti üzerlerinde olmasın. İnsanın, Allahın rahmetinden ve meleklerin duasından istifade etmesi için Allahın anıldığı yerleri dolaşması, onlara devam etmesi lâzımdır.
Bir seferinde Gavs (K.S.A) sohbetlerinde buyurdular ki : Hazret sohbet aşığıydı. Her zaman sohbet ederdi. Sohbet edecek kimseyi bulamayınca beş altı yaşlarındaki çocukları toplar, dizlerinin üzerine oturtarak onlara Allahın sâdâtın sohbetini yapardı. Hanımı kendisinden bir seferinde sormuş. Kurban demiş, insan senin için taaccüp ediyor. Üç yaşındaki altı yaşındaki çocuk bu sohbetlerden ne anlıyor ki onları etrafına topluyorsun. Hazret, cevaben : Ben de biliyorum bir şey anlamazlar ama benim gayem sohbet edip nâzil olan Allahın rahmetinden, bereketinden ve sâdâtın himmetinden istifade etmektir. Zaten, sohbetteki gaye sohbet sırasındaki Allah ve sâdât anıldığı zaman nâzil olan İlâhi rahmetten, İlâhi bereketten, sâdâtın himmet ve nazarlarından istifade etmektir. Menfaat sohbetin kendisinde değildir dedi.
Bu Nakşîbendi yolunda olanların tamamı Maksud-i Bizzat içindir. Peygamber (A.S.V) şeriatı içindir. Nakşîbendi Tarikatında ve diğer tarikatlarda tek gaye, Allah ve Resûlünün sözünden çıkmamak, Peygamberin (S.A.V) şeriatine tam ittiba ederek Allahın rızasını kazanmaktır. Şu husus bilinmelidir ki, maksud tarikat değil, maksud Allahın Zatı, Allahın dostluğudur. Bütün düşünce Allah ve Resûlünün emirlerine uyarak maksudunu Allahın Zatı yapmaktır. Bu da ancak Allahın emirlerine uymakla olur. Allahın emirlerinden asla çıkmamaya gayret edilmelidir. Çünkü tek gaye, maksud odur.
Bunların elde etmenin tek yolu kendini çok muhafaza ederek Allahın emrine muhalefette bulunmamak, kendinden günah sudur etmemesine dikkat etmektir. İnsanın Allah yolundan, hakikat yolundan çıkmaması lâzımdır. İşte bunlara titizlikle riayet edilirse Allah rızası o zaman meydana gelir. Rabbül-Âlemin o zaman insandan razı olur. Allah rızası elde edilince insanın bütün işleri hallolmuş olur.
Bütün gayeler, tarikat ve diğer çalışmalardaki bütün gayeler yalnız ve yalnız Allah rızası içindir. Maksudi Bizzat içindir. Maksud Allahın (C.C) Zatı ve talep onun rızasıdır.
Allah rızası, ancak emirlerine tam itaat etmekle, muhalefet etmemekle, nasıl emretmişse harfiyen tatbik etmekle kazanılır. Ve o kazanıldıktan sonra insanda hiçbir noksanlık kalmaz. Nasıl kalır ki Allah (C.C) ona dost, o da Allaha (C.C) dost olmuş olur.
Şu bilinmelidir ki Allah-u Teâlânın insanın ibadetine, tââtına asla ihtiyacı yoktur Hâşâ) Rabbül-Âlemin onlarla ne büyük, ne de küçük olur. Yapılan bütün amellerde tek maksud Allahın rızasıdır. Allahın rızası da emirlerine mutlak bir itaat ve sözlerinden dışarıya çıkmamakla olur. Namazdaki, tââtteki ibadetteki, maksud, gaye, menfaat Allah rızasını kazanmak içindir. Bunlar Allah rızası ve Allah dostluğu içindir.
Allahın emirlerine muhalefetten azamir derecede kaçınılmalıdır. Unutulmamalı ki Allahın namaz, oruç ve diğer ibadetlere hiç ihtiyacı yoktur. Sadece emirlerine itaat için yapılmalıdır. Yasaklarından da, menetmiş olduğu için kaçınılmalıdır. Böylece emretmiş olduklarını yapıp yasaklarından kaçınılmakla Rıza-i İlâhi kazanılmış olur. Bütün gaye bunda, rızada toplanıyor. Çünkü maksud Allahın Zatı ve Onun insandan razı olmasıdır.
Meselâ, insanın birkaç tane oğlu olsa, bunlardan emrine itaat edenini, sözünden çıkmayanını muhakkak ki daha çok sever. Ondan daha çok memnun olur. Diğerleri de evlâtları, ciğerleri oldukları halde emirlerine muhalefet ettikleri için babaları onları sevmez. Onlardan memnun olmaz. Emrine uyan oğluna daha fazla muhabette bulunur,ondan daha hoşnut olur, ne kadar iyi şeyler varsa o emrinde olan oğlu için düşünür. Emrinde olmayan evlâtları için ciğerleri olduğu halde, iyi şeyler düşünmez. İcabında onları malından bile mahrum eder. İşte Allah yolunda da durum böyledir. İnsan Allah rızası için çalışıp onu gözetmeli, bütün gaye Allah rızasını tahsil olmalıdır. Eğer Allah insandan razı olursa insana dünyayı da, âhireti de nasip eder. Ne kadar iyi şeyler varsa, cennet dahil hepsini ona ihsan eder. Maksud dünya menfaati değil, âhirettir, Allah sevgisidir. Allah (C.C) insanı severse karşılığını daha ziyade âhirette verir. Dünya malı vermiş veya vermemiş hiç mühim değildir. Allah rızasının karşılığı âhiret mükafatıdır. Eğer Allah rızasını tahsil etmek nasip olursa, Rabbül-Âlemin onu ebedül ebed maksuduna erdirir, ebedi saadet ihsan eder. Ve nihayet ebedi olarak Cemalullaha kavuşturur.
Hakiki dostluk ve hakiki düşmanlık âhirette meydana çıkar, dünyada pek az bilinir. Esas iyilik ve kötülük âhirette meydana çıkar, bu dünyada iyilik kötülük pek belli olmaz. Onun için insanın muhabbeti dünyaya, dünya nimetlerine olmamalıdır. Eğer sevgisi Allaha değilse ve kendisi de doğru yolda bulunmuyorsa, dünya muhabbeti onu kurtaramaz. Dünya kötülüklerine karşı insanın tedbir alması lâzımdır. Gerçi takdir Allahındır ama insanın da tedbiri elden bırakmaması icap eder. Allahın takdiri değişmeyeceği halde insan dünya hayatı için, rızkı için her türlü tedbiri alıyor, âhiret için de elinden gelen tedbiri alması, Allah rızasını kazanmak için ameli salihe devam etmesi lâzımdır.
Eğer insana bazı şeyler keşif ve rüya yoluyla beyan olunursa ve kendisi de buna göre hareket ederse indallahta mesul değildir.
Peygamber (S.A.V) buyuruyor: (Günahlardan tövbe eden günah işlememiş gibidir)
Allahın tövbe dergâhı her daim açıktır. Sâdâtın himmetleri de çoktur. Şimdi de Gavsın himmeti çoktur.
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ptsi Mart 15, 2010 9:31 am tarafından sofiakif
» inşallah okuyun
Perş. Mart 11, 2010 7:59 pm tarafından sofiakif
» selamünaleyküm
Perş. Mart 11, 2010 7:58 pm tarafından sofiakif
» Anne,al şu Kirmizi Gülü Sözlüme Ver...
Salı Şub. 23, 2010 6:16 pm tarafından Admin
» Çok Kısa ama Çok Büyük bir SÖZ
Salı Şub. 23, 2010 6:15 pm tarafından Admin
» Tesettürlüyüm Çünkü..
Ptsi Şub. 22, 2010 8:13 pm tarafından narin
» Selam dostlar, biraz dehşetli bir yazı bu
Ptsi Şub. 22, 2010 7:39 pm tarafından narin
» “Allah” lafzı celalindeki mucize
C.tesi Ocak 16, 2010 12:07 am tarafından Admin
» Yüz'e ölü efekti vermek
Cuma Ocak 15, 2010 4:48 pm tarafından Admin
» IŞIN KILICI EFEKTİ
Cuma Ocak 15, 2010 4:37 pm tarafından Admin